Bu gezegen her geçen gün tuhaflaşıyor. Gezegen mi yoksa gezegenin içinde yaşayan homo-sapiens türü mü tuhaflaşıyor? Sanırım insan türü kendi ile beraber gezegeni de kendine benzetiyor. Dünyanın aslında biz insan nesline pek de ihtiyacı yok gibi görünüyor. Pandemi sürecinde doğanın ne kadar iyiye gittiğini hep beraber gözlemledik. Küresel ısınmaya karşın hava olaylarında ki düzelmeler, denizlerdeki kirliliğin azalmasıyla İstanbul boğazında görülen yunuslar gibi çeşitli örnekler sayabilirim. Demek ki gezegende sorun yok, pandeminin etkilerini azaltıp bizlerin eski düzene dönmesiyle birlikte kirlilik artışını yeniden deneyimliyoruz.
Sorun mu? Biz insanlarda uyguladığı kurallarda ve kendine koyduğu sınırlarda. Yani modern dünya adı altında fazlaca ilkel bir yaşam kurmuş durumdayız insan nesli olarak. Bu ilkel yaşam şekline işçi yetiştirmek için eğitimhaneler açıyoruz. Geleceğimiz dediğimiz çocuklarımızı, sistemli şekilde kurgulanmış olan kurumlara yetiştirilmesi için severek yolluyoruz. Tek çaremiz “sistemli olarak kurgulanmış eğitim sistemi” çünkü. Çocuklarımızın tek tipe dönüştürülmesini zevkle izleyip üstüne bir de müthiş bedeller ödüyoruz. Tek tipe dönüşmeyen, dönüşmeyi reddeden çocuklarımızda, gönderildiği eğitim kurumlarından, çocukların arkadaşlarından, arkadaşlarının ailesinden şikayet alıyor ”uyumubozduğu” gerekçesi ile. Ardından telaşlanan, panikleyen ne yapacağını bilmeyen çaresiz anne babalar. Çocukları istenilen kalıplara uygun olması için arayışa giriyorlar. Oysa ki insanın en büyük özelliği bireyler arasındaki farklılar değil miydi?Aileler bu arayış ve çaresizlikle beraber sürü psikolojisi içinde çocukları dışlanmasın diye “ilaç”veriyorlar. (Bazı durumlar için gerçekten ilaç kullanılması gerektiği bir gerçek.) Bu uyumsuz denilen özgür ruhların ehlileşmesini hüzünle izliyorum. Bu küçücük bedenlere basit sorunlar için kimyasal madde giriyor ve sonrasında her çocukta görülmemekle beraber farklı yan etkiler gerçekleşiyor. Bunu yapmak istemeyen aileler ve çocuklar, tek tipe dönüşmediği için dışlanabiliyorlar ve ya farklı zorbalıkla karşı karşıya kalabiliyorlar.
Bir yandan da sistemin getirileri biz ebeveynleri bu duruma mecbur bırakıyor. Anne-babaların çalışıyor olması, çocuklar açısından okulda geçirilen zamanın mecburen uzun tutulması, çocuklarda farklı davranış sorunlarına yol açabiliyor. Diğer taraftan aile-çocuk arasında geçirilen zaman azlığı aile içi iletişimde sorunlara neden olabiliyor, biz ebeveynlerinde sürekli yorgun durumda yaşarken biraz kolaycılığa kaçıyor olabiliyoruz. Hepimizin elinde çağın gerekliliği, amacı iletişim olan fakat farklı amaçlara hizmet eden telefonlar. Hemen tüm zamanımızı ekran başında geçirip, orada sosyalleşiyoruz. Bize verilenle yetinip araştırma, sorgulama, geliştirme ve üretme duyumuzu yitirmiş şekilde yaşıyoruz. Sonra geleceğimiz olan yavrularımız “neden böyle oldu?” diye sorguluyoruz.Kafamızı o gömüldüğü yerden kaldırıp kendi içimizde aydınlanma yaşamaz isek bize mecbur tutulan bu yaşam biçimini yaşamak zorunda kalırız.
Bu dediğimden “kendimizi toplumdan dışlamalıyız” diye bir anlam çıkarmamak lazım. Toplumun gerektirdiği şekilde yani en basit düzeyde gereğini yapıp, kendi bireysel aydınlanmamızı yaşayıp, çocuklarımızı da ona göre eğitmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Okullarda bilim ve sanat tarihi yerine savaş tarihi okutuluyor. Küçücük beyinler önce bilgisayar oyunları ile sonrasında da okul müfredatıyla birlikte “öldürmek” kavramıyla tanışıyor. Ve kendinden önceki neslin nasıl birbirlerini öldürdüğünü anlıyor.Ve eğer kendisi ile aynı topraklarda doğmadıysa bir insanı öldürmek normalleşiyor. Kendinden olmayanı öldürmeyi öğrenen çocuklarımız içindeki şiddeti ve öfkeyi bir süreliğine de olsa bastırabiliyor. Öldürmeyi öğrenen bu çocuklar ilerleyen yaşlarda ilk fırsatta “kendinden olmayan başka bir çocuğa (veya yetişkine)” zarar veriyor. Hani hepimiz şu anda dünyada gerçekleşen “bölgesel savaş” olaylarında “çocuklar ölmesin” diye sosyal medyadan sadece konuşuyorduk. Eyleme geçirmediğimiz düşünce ve davranışımızın dünya çocuklarına ve insanlığa etkilerinden biri…
Bilim, sanat ve sporun eğitim içerindeki yeri arttırılarak, çocuklarımızı araştırmaya, öğrenmeye açmanın yollarını aramalıyız. Bunun yanında el becerilerinin ve yeteneklerinin farkına vararak çocuklarımızı yatkın olduğu mesleğe yönlendirmenin de iyi bir seçenek olduğu kanısındayım. Öğrenmenin ve üretmenin hazzını alan çocuklarımız, gereksiz yere bilgisayar-telefon başında zaman harcamanın boşluğunu yaşamayıp, dikkat eksikliği ve hiperaktivite gibi sorunları çalışmalar arasında merak uyandıran alanlara yönelterek, dikkatli olmayı öğrenmeyi ve kendi dürtüselliğini yatıştırmayı öğrenecektir. Bu çalışmalar sırasında arkadaşları ile sosyalleşerek toplum içinde nasıl davranması gerektiğine de kanaat getirecektir. Böylelikle çocuklarımız kendi farklılıklarının farkında olup, kendilerine yeni şeyler katarak aydınlanıp, kendinden sonraki nesiller için; savaşların olmadığı, çocukların ölmediği, eşitliklerin olduğu, üreten, ürettiği kadarını tüketen, dünyanın çok daha güzel ve yaşanılır hale geldiği, kültürel ve ekonomik açıdan kaliteli bir miras bırakmış olacaktır.
Saygılarımla;
Süreyya KOCADAĞ
Sosyolog
Uzm.Aile Danışmanı- Dikkat Eğitmeni